14 Kasım salı günü Burhan Felek spor salonunda oynanan Eczacıbaşı- Vakıfbank Voleybol karşılaşmasını yerinde izlemek üzere İstanbul’a gittim. Salona vardığımda maç henüz yeni başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta 2. ligde oynanan İzmir derbisi, Özateş- İzmirspor maçında bile daha fazla seyirci vardı.
Neyse ki protokol tribünü doluydu da en azından ”Hiç seyirci yoktu” demiyoruz.
Açıkçası içim acıdı. Sadece Türkiye’nin değiL, Avrupa ve hatta Dünyanın en büyük iki takımı karşı karşıya geliyordu ve tribünler neredeyse boştu. Ne maça ilgi arttırmak için bir organizasyon, ne bir gösteri, ne bir şov, yani seyirciyi salona çekecek hiç bir şey yoktu!
Allahtan maçı TRT veriyordu da insanların haberi oldu. Sanki sadece maç oynansın diye öyle ”kuru kuru” bir şey yapılmıştı işte.
Zaten maç da öyleydi. ‘Bize bu hareketlerle gelin’ diyebileceğimiz akılda kalacak tek ralli 22. sayıda geldi. Her ne kadar ilk set 25-23 bittiyse de yanlış saymadıysam Vakıfbank’ın aldığı 7 sayı Eczacıbaşı’nın doğrudan dışarı gönderdiği servislerdendi. Mesela Beyza Arıcı kullandığı iki serviste de dışarı yolladı.
Eczacıbaşı etkili servisler atarak Vakıfbank oyuncularının hata yapmasını sağlamaya çalışırken az daha seti kaybediyordu.
Herkes gibi ben de ilk setten sonra Vakıfbank’ın geri döneceğini düşünüyordum. Nitekim ikinci sette bir ara farkı 3 sayıya kadar çıkardılar. (13-10) Ancak Eczacıbaşının ekstra mücadelesi, isteği ve Maja Ognjenovic‘in pasları en uygun oyuncuya güzel bir dağıtmasına Vakıfbank oyuncularının hataları da eklenince 6/1 lik bir seri geldi ve 16-14 önce geçtiler. Bir ara Guidetti Pasör Cansu Özbay ve Melis Gürkaynak’ı oyuna aldı. Açıkçası bu oyuncular oyuna hareket de getirdiler. Özellikle Cansu enerjisi ve isteği ile oynamayı çok istediğini hemen gösterdi. Ama nedense iki sayı sonra onları tekrar dışarı aldı. Oysa geçen sene 2-0 geride olduğu maçı içinde Cansu Özbay’ın da olduğu yedek oyuncuları alarak çevirmişti. Bu sefer yapmadı. Sanırım Guidetti’de de ‘metal yorgunluğu’ başladı.
Son seti hiç yazmayayım bile. Sanırım bu düzey maçlarda bu derece farklı biten bir set olmamıştır. Seti güle oynaya 25-9 alan Eczacıbaşı maçı da 3-0 aldı.
Şahsen böyle bir sonucu beklemiyordum. Maçın zevkli ve çekişmeli geçeceğini, takımlardan birinin 3-2 kazanacağını düşünmüştüm. Benim için sürpriz bir sonuç oldu. Sadece benim için mi? Eczacıbaşı takımının menejeri Nalan Ural maçtan sonra yaptığı açıklamada ‘Kazanmaya dair ümidim vardı ama bu kadarını beklemiyordum’ dedi.
Bu galibiyet Eczacıbaşına lazımdı. Çünkü sezon başında tüm teknik ekibi değiştirip takımın başına yeniden Marko Motta’yı getirdiler. Yardımcılıklarına ise Hasan Çelik ve Kaan İncekara gibi gerektiğinde Motta’ya değişik fikirler verecek birikim ve geçmişe sahip iki Antrenör getirdiler. Meliha İsmailoğlu, Beyza Arıcı, Ezgi Dilik, Güldeniz Önal gibi yeni oyuncular aldılar. Kısa zamanda iyi takım olduklarını bu maçla ispat ettiler. Zaten yedek oyuncuların sahada duruşu bile iki takım arasında o gün kimin daha çok galip gelmek istediğini gösteriyordu. Eczacıbaşılı yedek oyuncular omuz omuza, her sayıda sevinerek birbirlerine sarılırken Vakıfbank oyuncuları ise her biri kendi dünyasındaydı.
Bana göre Vakıfbank mental olarak bu maça hiç hazırlanmamış. Tıpkı böylesine gerçek bir Dünya Derbisine o gün o maçta görevli hiç kimsenin hazırlanmamış olması gibi. Güvenlik görevlileri bile maç bitmiş gitmişken küçücük kızların sevdikleri oyuncular ile fotograf çektirmesine ‘Yassağğ hemşerim!’‘ diyerek müsaade etmediler. İlk okul, orta okul çocukları ellerinde telefon boynu bükük öylece kaldılar. Yani o çocuklar sahaya inip fotograf çektirseler Boskovic’i, Zhu Thin’gi öldürecekler miydi? Oysa Çin’den bile maçı izlemeye gelenler vardı.
Güvenlikçiler işi öyle abarttılar ki Vakıfbank’ın masör’ü Sabri’nin ve Gözde Kırdar’ın eşinin maç bitip herkes gitmiş olmasına rağmen eşlerinin yanına gitmesine izin vermediler. ‘Gözde kim? Çıkıp el sallasın’ dedi. Onlar bile maçın ne olduğundan haberdar değillerdi.
Muhtemelen Futbol dışında izledikleri bir şey de yoktur.
Yani bir ‘Dünya derbisi’ heba edildi.
Böyle mi olmalıydı?