Perşembe günü her zaman yaptığımız gibi uzun uzun konuştuk. Yazılarla ilgili, gelecekle ilgili, sitede yapacaklarımız ile ilgili…
Ölümü hiç hesaba katmadık ki. Her zaman , hep yaptığımız gibi…
Bilsem çok daha uzun konuşurdum. Bilsem, saatlerce voleybolla ilgili, Erol Büyükburç, Barış Manço ve Cem Karaca ile ilgili.. Her şeyle ilgili uzun uzun konuştururdum onu. Hatta kaydederdim bir şekilde. Ama artık o da onların yanına gitti. Hem de hiç hesapta yokken, aniden.. Tıpkı onlar gibi…
“İnanamıyorum, böyle yürekli ve cesaretli insanlar neden erken gider?” diye mesaj atmış bir okuru. Cevabı çok basit aslında; çünkü böyle yürekli ve cesaretli insanlar kafalarına takarlar sorunları. Onlar da başkaları gibi kafalarını kuma gömseler, herşeyi görmezden geldikleri gibi üstüne bir de “güzellemeler” yapsalar çok uzun yaşarlar. Öyleleri yüreklerinde yük taşımazlar ki. Oysa o, doğru bildiği yolda hiç bir şeyden korkmadan, çekinmeden, tehditlerden yılmadan yazdı. Bize de öyle yazdırdı. Yazdıklarımızın içeriğine hiç müdahale etmedi. Sadece “Evladım şu dil kurallarına biraz uyun. Beni çok yoruyorsunuz. Bir nokta eksik olunca bile rahatsız oluyorum” diyordu. Bir noktayı bile kafasına takacak kadar işini çok düzgün bir şekilde yapmaya çabalıyordu.
Sadece yazıda değil, çalışırkende öyleydi. Şanslıyım ki son Plaj Voleybolu turnuvasında, Manavgatta bu sene beraber çalıştık. Oturup her şeyin üzerinde saatlerce çalışırdı. Hiç bir eksiklik, hiç bir aksaklık olmasın diye çabalardı. Maçlar gece yarısına kadar sürerken dahi yerinde oturur, ayrılmazdı. Gözlerinden yorgunluk akarken “Hocam; gidip dinlenin, biz varız burada” dediğimde “Bir sorun olsun istemiyorum. Epirden yaparsa en iyisini yapmalı” derdi.
Kırgındı. Bunca tecrübe bunca birikimden faydalanılmamasından, fikrinin sorulmamasından şikayetçiydi. “Bizim yaptıklarımıza bak, birde onların yaptıklarına. Güneş ve ay kadar fark var arada. Ama hala inatla fikrimi sormuyorlar” derdi.
Kızgındı. Eleştirilerinin “düşmanlık” olarak algılanmasından rahatsızdı. Haketmeyen insanların haketmedikleri mevkilere gelemsine, ıvır kıvır insanların tehditlerine, ülkenin gidişatına, Sanat camiasındaki değişikliklere.. pek çok şeye kızgındı. Yine de yazarken bunları ince ince, kırmadan, nazikçe dile getiriyordu.
Bütün bunlar mı yordu kalbini bilmiyorum.
Cuma günü 16:26 da aradım. Cevap vermedi. “Kedileri besliyordur döner sonra” diye düşündüm. Dönmeyince akşam saat 9 da bir daha aradım. Yine dönmedi. Yarım saat sonra Facebookta online gördüm. “Hocam; sizi arıyorum. Niye cevap vermiyor sunuz?” dedim ama cevap gelmedi.
Ne zaman, hangi arada ruhunu teslim etmiş bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa Epirden gibi bir insanın Voleybol için büyük bir kayıp olduğu ve yerinin doldurulamayacağı. Son yazılarında beni “Veliahtı” olarak göstermişti. Böylesine büyük bir insanın veliahtı olmak büyük bir yük. Biliyorum onun gibi olmam mümkün değil biliyorum ama şunu da söylemek istiyorum; Sevgili Hocam; artık rahat ve huzurla uyuyun. Bayrağınızı size yakışır bir şekilde dalgalandırmaya devam edeceğiz. “Epirden” ismi Türk plaj voleybolunda ve yazılarımızda her zaman var olmaya devam edecek.