“Bu ne sevgi ah… Bu ne ısdırap…
Zavallı kalbim ne kadar harap…” diye başlar o hüzzam şarkı…
Ne güzel söylemiştir Abdullah Yüce…
İçinde hayal kırıklığı vardır… Bir isyan yansıtır… Çekilen acı insanın ta içine sinmiştir… Ruhunu kemirmiştir…
Hepsi o ulvi aşk ve sonrası çektirdiklerini yansıtır…
Tam meyhane şarkısıdır…
Kim bilir bu şarkıyla kaç milyon kadeh diplenmiştir ?…
Az önce nedense bu şarkıyı dinlemek geldi içimden ?…
O gizemli sese “Hayır” diyemedim, itaat ettim…
Zaten son günlerde yaşadığımız ortam tam bu şarkılıktı…
İçimden bu şarkıyı birisine ithaf etmek de gelmedi değil ?…
Sonra vazgeçtim… Abdullah Yüce’nin kemiklerinin sızlamasından korktum !… Gözlerimin önüne o yüce, o şeker insanın kaşlarını çatmış yüzü buğulandı… “Bula bula bu kişiyi mi buldun ?…” der gibiydi… Vazgeçtim…
Sonunda olan oldu…
Bayan voleybolda hezimetlerimize birisi daha eklendi…
“2017 FIVB WORLD GRAND PRIX…”
Hak etmediğimiz bir kahır daha yaşattılar bizlere ?… Sporda yenmek de vardır, yenilmek de, ancak aynı zamanda sporun erdeminde kazanma ruhu vardır, savaşmak vardır, konu milli takım ise ülkesini en iyi şekilde temsil etmek, yüzünü güldürmek için sarf edilmesi gereken gayret vardır ?…
Milli takımlar oyuncu denenen yerler değildir !… İşin içinde ülke onuru, prestiji vardır !…
Bu konuda milli formalarıyla ellerinden geleni yapmaya çalışan kızlarımızın bizleri Atatürk’ün çağdaş kızları olarak, yerlerde sürünmeye yüz tutan “Türk kadını” imajını gönderdeki bayrağımız kadar asil ve vakur tepelere taşımaları, onları alınan başarısız sonuçlara rağmen bağrımıza basma vesilesidir… Ancak bir zamanlar dünyanın en iyi ve mükemmel takımlarından biri olduklarını cümle aleme gösteren, büyük alkış alan ve hepimizin gönlüne giren kızlarımızdan oluşan kadroyu, “gençleştirmek” bahanesiyle darmadağın eden Voleybol Federasyonu‘muza ve de bu kadroyu toparlayıp, yeniden zirveye oynatma düşüncesiyle ve ümidiyle göreve getirilen, hepimizin çok şeyler beklediği, beklemeye de devam ettiği, bugüne kadar devamlı yendiğimiz, ancak varlık österemediğimiz Tayland mçı sonrası “Utanıyorum. Kariyerimdeki en kötü maçtı…” diyerek durumu açık ve net anlatan teknik patronumuz Guidetti eniştemize bu sitemkar çıkışım…
Bizler bu sporun birer neferiyiz… Bu takım hepimizin takımı… Düşüncelerimizi, önerilerimizi tabii ki ortaya koyacağız… Bundan önce de koyduk… Çoğu bir kulaktan girdi, süratle öbüründen firar etti… Artık A’dan Z’ye voleybolumuzu ve de plaj voleybolumuzu masaya iyice yatırıp, tahliller yapıp incelemenin yani konsülte etmemizin, başarılara giden çıkış yolları bulmamızın zamanı geldi, bıçak kemiğe iyice dayandı…
Bu işin, konularında uzmanlaşmış, tecrübeli voleybol adamlarının katılacağı geniş bir Şura ile sağlıklı olabileceğini düşünüyor, bunu bir kez daha tekrarlıyorum…
Şeffaf ve paylaşımcı (!) voleybola hizmet için (!) göreve getirilen Federasyonumuzun birbirinden değerli mümtaz Başkan ve yöneticileri umarım “çok bilmiş” tavırlarını bir kenara bırakır, bu konuyu işin uzmanlarıyla ve onların çizeceği ortak yolla vicdani bir karar verirler, bizler de onları alkışlarız ?…
Alkışlamaya hasret kaldık, neredeyse unuttuk ?…
Yoksa Abdullah Yüce‘nin yorumladığı o ölümsüz şarkısı ile mıncıklanan sevdamızın verdiği isdirap ile teselli bulmaya devam ederiz ?…
ÖNEMLİ NOT : Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü’nde başlayan “ızdırap” sözcüğü tartışmalara neden olmuştur…
Arapça kökenden gelen ve acı, üzüntü, keder anlamını taşıyan “ıstırap” yerine TDK sözlüğünde “ızdırap” denilmesi, biz edebiyatçılar tarafından kabul edilemez bir anlayıştır…
Söz konusu sözcüğün doğru yazımı “ıstırap”tır… Açıklama ihtiyacı duydum…