Makarnacı Barbolini ile tabiri caizse “Harakiri” yapan Eczacıbaşı yönetimi bu kez çok doğru bir kararla önümüzdeki sezon için dünyanın en iyi bayan antrenörlerinden olan ve 2004-2007 yıllarında çalıştığı Brezilyalı Marco Aurelio Motta ile anlaşmış…
Genç yetenekleri keşfederek voleybola kazandırmasıyla tanınan ve kariyeri başarılarla dolu olan Motta, A Bayan Milli Takımımızla da tarihi bir başarıya imza atmış, kızlarımızı 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’na taşımış, sonrasında kendisini bu mevkiye getiren zamanın Başkanı Erol Ünal Karabıyık ezikliği ve kompleksi içinde kıvranan mirasyedi Özkan Mutlugil ve kendisine bağlı, vefalı (!) ve Fenerbahçeli (!) yol arkadaşlarının federasyonu dönemine geçilir geçilmez de sudan bahanelerle görevine son verilmiş, yerine yanlı ve yanlış atamayla getirilen Ferhat Akbaş, namı diğer “Koçum Ferhat” ile dünya tepelerinde dolaşan takımımızın darmadağın edilmesini, avucumuzun içindeki 2016 Rio vizesinin uçmasını hep birlikte kahrolarak seyretmek zorunda kalmış, dahası öfkelenmiştik…
Eczacıbaşı’nın bu kez çok doğru bir karar verdiğini, bu kadroyu birkaç değişiklikle koruduğu takdirde 2017-18 sezonunda en büyük favori olacağını rahatlıkla söyleyebilirim…
Geçen yıl doğruları yazdığı için rahatsız olan (!) Voleybol Federasyonumuzun mahkemeye başvurup, “erişimine durdurma kararı” aldırttığı VOLEYBOL-E sitemizde özel olarak yayınladığımız, bir yazıyı içimden tekrar, yazımın altına ilave etmek geldi içimden…
Nedenini, sevgili Prof. Dr. İbrahim Yanmış‘ın nostaljik yazısını okuyunca anlayacaksınız ?…
Buyrunuz;
NEDEN KAYBETTİK ?…
Prof. Dr. İbrahim Yanmış
Doğrusu bu sorunun cevabını bilmiyorum.
Ancak kazandığımız zaman nasıl kazandığımıza ilişkin bir kaç anekdot anlatmak istiyorum.
2012 yılında Bayanlar Dünya Grand prix için ilk hafta G. Kore’ye gittik. Bir hafta sonra Sırbistan’daki etap için Belgrad’daydık. Maçlar bitip Japonya’ya geçmek üzere İstanbul üzerinden havalandık. 4 saat sonra uçakta arıza anonsu ile İstanbul’a döndük. 8 saat sonra tekrar İstanbul’dan havalandık ve Tokyo’ya vardık. Toplamda nerdeyse 26 saattir yollardaydık.
Otele vardığımızda Teknik patron Motta eşyalarını odaya bırakıp otelin yakınındaki bir kondisyon salonunu ayarlamış. Akşam ağırlık antrenmanı yapmak istediğini yardımcılarına bildirdi.
Herkeste bir homurdanma. Hem nazım geçer hem de doktor olarak yorgunluğu bahane ederek durumu Motta’ya ilettim:
“Çocuklar çok yorgun. Bugün dinlenseler mi ?…” diyecek oldum…
Yüzünü ekşitti. Kaşlarını çattı:
“Rakiplerimiz bizim nasıl bir yolculuk yaptığımız ile ilgilenmez. Başarmak istiyorsak programımızı bozmamalıyız. Zorluklarla savaşmalıyız. Biraz hafif tutacağım antrenmanı…” diyerek antrenmanı iptal etmeyi reddetti.
Final etabına kalmayı başarmıştık. Bir hafta sonra Çin’e geçtik.
Takım rahatlamış herkesin aklında bir ay sonraki olimpiyatlar var. Bir çok sporcu sakatlanırım da olimpiyatlara gidemem diye ağırdan alıyor.
Motta durumun farkında ve sinir küpü. Antrenmanda üst üste iki hata yapıldığında ‘’deli boğa’’ gibi saldırıyor herkese.
İlk maç Tayland ile.
Maçta takım sallanıyor. Bize göre çok zayıf bir takım olan Tayland bizi inanılmaz zorluyor. Motta adeta çıldırıyor. Molalarda herkesin canına okuyor. Maçı 3-1 kazandık ama son set 26-24…
Maç sonrası Motta herkesi kelimenin tam anlamıyla yerin dibine soktu çıkardı. Ben uzaktan seyrediyorum ve halime şükrediyorum. Biraz sonra yerleri tekmeleye tekmeleye yanıma geldi ve bana saydırmaya başladı:
“Hiç biriniz yardım etmiyorsunuz. Ayağımıza gelen madalya için kimse gayret göstermiyor. Tek başıma ne yapabilirim? Sanırsınız her gittikleri turnuvada madalya kazanan sporcular bunlar. Kim bunlara Filenin Sultanı demiş. Nerde madalyalar…”
“Ben doktorum, ne yapabilirim ki ?…” dedim.
“Bana yardım et. Konuş kızlarla… Hayatlarında bir daha karşılarına çıkmayacak bir fırsat var. Bazen bir madalya bir sayı ile kaybedilir veya kazanılır. Seni seviyorlar sen de konuş bana yardım et. Yoksa burdan eli boş döneriz…”
Otobüse ilk binenlerdendim. Kıdemli 3 sporcu ayrı ayrı koltuklara oturmuş ağlıyorlardı. Selam verdim cevap vermediler. Otobüste ağlama arası iç çekişler dışında ölüm sessizliği vardı.
Otele gidince Motta’nın yanına gittim. Hala yeterince sakinleşmemişti. Bana uzun uzun dert yandı. Özetle:
“Maalesef Türk sporcusu geçmiş başarı ve ilerdeki başarı hayalleri ile avunmayı seviyor. Oysa başarmak için her zaman çalışmak ve fırsatları değerlendirmek lazım. Ama bunu anlatamıyorum. Buradan madalya almadan dönersek çok yazık olur…” dedi.
Odama gittim ve takım kaptanlarını çay içmeye davet ettim.
Gelince yarım saat ağlayıp sızlandılar. Aslında haklılardı. Olimpiyat elemelerini geçmiş ve tarihi bir başarıya imza atmışlardı. Yaklaşık bir aydır yollardaydık ve sinirleri yıpranmıştı. İçlerini dökmelerini bekledim. Sonra onlara şunu söyledim:
“Dünya organizasyonlarında hiç madalyanız var mı?”
“Yok !”
“Burada oynayacağınız 3 maç olimpiyatta sizi olumsuz etkiler mi?”
“Hayır!”
“Bakın yarın ve sonraki maçlardan en az 2 tanesini alın tarih yazın. Bunu yapamamanız için bir neden yok. Bu şansı tepmeyin. Yaşınız 30’a geldi. Bir daha bu şansı bulamayabilirsiniz.”
Uzun uzun konuştuk. Neşeler yerine geldi. Ertesi gün Küba’yı 3-0, ardından Çin’i 3-1 yenerek Bronz madalya kazandık.
Yıllar sonra bana kaptanlardan biri şunu itiraf etti:
“Motta bizi zorlamasa o madalyayı kazanamazdık…”
Motta haklıymış.
Bazen bir sayı ile yılların emeği ve hayalleri uçup gidebiliyor…
Sanırım mesaj adreslere gitmiştir ?…