Vakıfbank-Eczacıbaşı maçını izlemek üzere İstanbul’a gitmiştik biliyorsunuz.
Bilmiyorsanız bile bu vesile ile öğrenmiş oldunuz. Gidip döneli biraz zaman geçti ama yazı ancak çıktı. Malum aynı anda bin tane iş yapınca böyle olabiliyor.
Amacımız hem güzel, zevkli ve keyifli bir maç izlemek hem de orada bir kaç kişi ile sohbet edip “Ne olacak bu Eczacıbaşı’nın hali?” sorusuna cevap bulmaktı. Öyle ya, mevcut yabancıların yanına sezon başında dünyanın en pahalı ve en iyi yabancı oyuncuları alınmış böylece takımda Brezilyalı orta oyuncu Thaisa Menezes, Rus smaçör Tatiana Kosheleva, Sırp pasör Maja Ognjenovic ve Smaçör Tijana Boskovic, Amerikalı orta oyuncu Rachael Adams ve Jordan Larson altı yabancı olmuştu. Bunların yanısıra Türkiye’nin çok iyi yerli oyuncularını eklersek ( Neslihan Darnel, Hande Baladın, Gülden Kayalar, Büşra Kılıçlı, Ceylan Arısan ) takım adeta yıldızlar karması olmuştu. Bu kadar yıldızın başına da geçen sene Pomi ile Avrupa Şampiyonu olan Antrenör Massimo Barbollini getirilmişti.
Ancak bu kadrodan beklenen başarı gelmedi.
Ocak ayında Balıkesir’de oynanan Türkiye kupasında yarı finalde Fenerbahçe’ye 3-1 yenilip elendiler.
Ligi Vakıfbank ve Fenerbahçe’nin ardından 3. Sırada bitirdiler.
Ligde playoff grubunda yarı finalde 13-7 önde oldukları altın seti, ‘altın tepsi’ de, “Valla biz şampiyon olmak istemiyoruz, siz önden buyurun” diyerek Fenerbahçe’ye sundular.
Şampiyonlar liginde Yarı finalde Vakıfbank’a elenip 3.-4.’lük maçı oynadılar. Allah’tan hiç olmazsa bu senenin tek tesellisi olarak Avrupa Şampiyonlar liginde 3. oldular.
Türkiye’ye döndüler. Gelecek sezon Şampiyonlar ligine katılabilmek için ligi en azından üçüncü bitirmeleri gerekiyordu. Rakip yine Vakıfbank’tı.
Maçtan önce çok erken bir saatte Burhan Felek Spor salonuna gitmiştim. Eczacıbaşı Başantrenörü Barbollini de erkenden gelip tribünde, bir kenarda tek başına oturdu. Yanında ne yardımcısı ne de başka biri vardı. Sahada antrenman yapan Galatasaray takımını boş gözlerle izliyordu.
Takımların sahaya çıkmasına çok az bir süre kala içeri girdi.
Thaisa sakat, Koshaleva tribündeydi.
Maçtan önce Galatasaray yardımcı Antrenörü Mert Altıntaş ile karşılaşmıştık. Sağ olsun Tribünde beni görünce yalnız bırakmamak için gelmiş yanıma oturmuştu.
İlk seti Vakıfbank 25-22 aldı. İkinci setin ilk teknik molasına Vakıfbank 8-6 önde girmişti.
“Mert hocam; bir antrenör gözü ile iki takım arasındaki en önemli fark ne?” diye sordum.
“Motivasyon. Birinde var, diğerinde yok” dedi.
Sanırım ana sorunu açıklayan çok güzel bir tespitti.
Vakıfbank maçı 3-0 aldığında Koshaleva da benim gibi sahaya iniyordu.
“Neden oynamadın? Sakat mıydın?” diye sordum
“Neden oynadığımı bende bilmiyorum. Sakat da değilim” dedi. Bunları söylerken mavi gözlerinden adeta şimşekler çakıyordu.
Barbollini soyunma odasına gitmedi. Sahanın bir kenarında, iki Türk yardımcısı ile konuşuyordu. Yanına gittim ve ” Sizce bu gün mağlup olmanızın ana sebebi neydi?” diye sordum.Sağ olsun ‘Zaten maçta yenildik, sinirim tepemde git başımdan’ demedi.
“Ana sebep karşımızdaki takımdı. Dünyanın en iyi takımlarından biri ile oynadık ve onlar kadar mücadele etmedik. Sonuçta yenildik” dedi.
“Sizin gelecek sezon ayrılacağınız konuşuluyor” dedim.
“Ben şu anda burada çalışıyorum ve düşündüğüm tek şey Pazar günkü ikinci maç” dedi.
Son maç için başarı dileklerimi ileterek ayrıldım.
Eczacıbaşı; Ülkemizin en köklü, Voleybol denildiği zaman akla en başta gelen kulüplerinden biri. Bunca transfere rağmen ortada elle tutulan bir başarı yok. Yani netice itibari ile paralar biraz ‘Sokağa atılmış’ gibi görünüyor. ‘Sana ne kardeşim? Para onların, istedikleri gibi harcarlar’ diyenler olabilir. Bir yönden haklılar da. Ancak Rahmetli Nejat Eczacıbaşı ( Türk sporuna yaptığı katkılar hiç bir zaman unutulmayacaktır. Rahmetle, saygıyla anıyorum) 1966 yılında bu kulübü kurarken ‘Sporu geniş kitlelere sevdirmek, yaygınlaştırmak, ülke için sporcular yetiştirme hedefiyle” yola çıkmıştı. Son yıllarda Vakıfbank ve diğer takımlarla girişilen mücadelede yabancılara harcanan bunca para kulübün kuruluş hedeflerinden uzaklaşıldığı yorumları yapılmasına yol açıyor.
Bu sene stratejik bazı hatalar yaptıkları ortada. Antrenör ve oyunculardan beklenen performans gelmedi. Tüm suçu sadece antrenörlere yükleyip birini gönderip yenisini almak çözüm olacak mı? Organizasyonun diğer parçalarında, yardımcılarda, “Bitse de gitsek” diye bakan, bir Maja Polyak kadar hırsını, isteğini sahaya yansıtmayan ama takır takır paralarını alan oyuncuların hiç suç yok mu?
Antrenörün görüntüsü ve vücut dili gelecek sezon olmayacağını gösteriyorken hala kalan maçlara ( Dünya kulüpler şampiyonası) aynı Antrenörle gitmek ne kadar doğru?