24 MART CUMA…
Pegasus sürpriz yaptı, son anda biniş kapısını değiştirmedi, dakikası dakikasına havalandı, kaptan topukladı, 50 dakikada Sabiha Gökçen’e kondu… Bir mahcup oldum, bir mahcup oldum, sormayın !…
Soluğu önce Kadıköy sahildeki Murat Muhallebicisi’nde aldım… İlk randevum oradaydı… Ancak kapıda bir levha ile karşılaştım…
“Cuma namazı dolayısıyla 13.15 – 14.00 arası kapalıyız !…”
Bu duyuru ülkemizin getirildiği durumu apaçık gösteriyordu… Yanlış anlaşılmasın, elbette Cuma namazına, camiye gitmek her vatandaşın en temel hakkı, ona hiçbir diyeceğim yok !… Ama halka açık bir müesseseyi bu bahaneyle kapatmak da neyin nesi ?… Hele Kadıköy gibi çağdaş bir merkezde ?…
Bir bakıma iyi oldu, Murat’ı defterimden çıkardım, sırasında 100 metre ötede Mado’ya daldım, randevuyu da oraya kaydırdım, nefis pizzası, ardından da muhteşem dondurmasını mideme indirdim…
Akşamki buluşmam Ataşehir’deydi ve de heyecan vericiydi… Hayatımda aldığım en büyük 3 ödülden birisini, “Meslekte Üstün Başarı Ödülü”nü bana Türk tiyatrosunun duayenlerinden sayın Haldun Dormen ve ülkemizde Halkla İlişkilerin ilk kilometre taşı sayın Betül Mardin ile birlikte bahşedenlerle çok keyifli bir akşam yemeği yedik… Ülkemizin 1 numaralı kulübü Rotary Kulüp Ataşehir’in önceki başkanı sayın Okan Gözütok, Onursal Başkanları sayın Şeref Özcan ve zarif eşi Aynur hanımefendi, kulübün en aktif üyelerinden, eski voleybolcum Nilgün Ateş ve Nami Ersu ile daldığımız koyu sohbette nostalji yaptık, ülkemizde sanatta gelinen son noktayı (!) konuştuk, bazı ilginç projeleri tartıştık…
Yarım saatlik mesafeyi 1 saat 10 dakikada alırken, tıpkı havaalanından şehre inerken olduğu gibi sanki gizli ellerin boğazımı sıkmasını (!) unutuverdim…
Gecenin sonunda günü bu muhteşem geceyle devirir bir ertesi günle kucaklaşırken, Okan Başkan beni ta Maslak Reşitpaşa’ya, kız kardeşim Nur’un boğazı tepeden panoramik kucaklayan evine bırakma inceliğini gösterip, mahcup etti…
25 MART CUMARTESİ…
Güne kardeşim Nur’un mükellef kahvaltısıyla başladım…
Aile fertlerim arasında 2 yıldır yer almaya başlayan evin kuyruklu demirbaşı bay Behlül de soframızda yalanıp, duygu sömürüsü yapınca tabii dayanamadım, gereken şevkati (!) gösterdim…
Günün ilk buluşması Emirgan Mado’daydı…
Ülkemizde “müstesna insanlar” arasında yer alan ve kendisini tüm servetiyle engellilere adayan, Devletin, dev projesi için 25 dönümlük bir arazi tahsis ettiği, yaşam yolunda ilk düsturlarını 1974 yılında benden aldığını, bunun hayatı için bir dönüm noktası olduğunu vurgulayan ve bunu da beni mahcup ederek her yerde, her fırsatta paylaşan sevgili Bülent Büyükakın ile 2 saatlik planladığımız toplantı 5,5 saat sürdü, projesi hakkında konuştuk, birkaç adım daha kat ettik !… Sık sık buluşarak projeyi daha da geliştirmek üzere sözleştik !…
Gece bu kez “Baba yarısı” olduğum, müzik menajerliğimin startını veren ilk kilometre taşım, beni umumi vekaletnamesiyle menajeri olarak atayan Türk Pop Müziğimizin kaynağı, efsanesi Erol Büyükburç’un kızı, piyano öğretmeni, canım Evren Büyükburç Erol ve eşi, hatırı sayılır müzik adamı olan Mehmet Erol’cuğum ile Zekeriyaköy’de nefis bir lokalde kadeh tokuşturduk… Anılar anıları kovaladı, nostalji tavan yaptı, hatıralar havada uçuştu, müzisyen kardeşlerimizin “Ağlarım” parçası bizleri ağlattı…
Kısacası, unutulmaz bir gece daha yaşadım, ömrüm uzadı…
26 MART PAZAR…
Yeğenim Epirden Güney Saraçoğlu’nu dünya güzeli Ece ile Kadıköy Evlendirme Dairesinde nikahladık… Uzun zamandır göremediğim aile eşrafımla ve dostlarımla bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadım…
Öğleden sonra ise geçen yıl bu gün toprağa verdiğimiz dayım Rıdvan Yolgösteren’in mevlidine katıldım…
Gece telefon ve internet trafiği derken 24.00’ü buldum…
27 MART PAZARTESİ…
Sabah erkenciydim…
Kız kardeşim, çiçeği burnunda kayınvalde Nur’un hazırladığı keyifli bir kahvaltı…
Ve sokağa, caddeye fırladım…
Cebimde kuruş yok, ülkemizin en madara bankası AKBANK’ın bankamatiğini arayıp, buldum…
O da ne ?…
Ekran kapkaranlık…
Keyifli sabahımın ilk küfürünü ettim…
Allahtan cebimde Eşi Fuat’ın bana zorla verdiği (adam AKBANK’I benden iyi tanıyor) fotoğraf benim 8-10 beden ufağım Akbil var, Reşitpaşa’dan Beşiktaş’a 58A’ya bindim…
Akaretler’deki AKBANK şubesinin önündeki 2 bankamatik de yukarıdakinden farklı değil ?… Kapkara… Şubeye daldım, içerisi felç, sistemler derin komada… Vatandaş perişan…
Orası da ikinci küfür durağım oldu…
Beşiktaş’tan Kadıköy vapuruna bindim, yaşasın Akbil…
Sinir katsayım hayli kabarık…
Kulağımda Fuat’ın bana müjdelediği, vapurda müzik icra eden gençlerin göğsümüzü kabarta “İzmir Marşı” beklentim var !…
Bereket içeride 3 genç harbi müzik yapıyor… Yanlarındaki koltuğa oturdum…
Sabahki repertuarlarında “İzmir Marşı” yer almamakla beraber, Louis Armstrong’un unutulmaz parçası “Hello Dolly”yi enstrümantal olarak müthiş bir caz yorumuyla çaldılar, arkasından ilk Türk tangosu, Necip Celal Ander’in klasikleşmiş parçası “Mazi kalbimde bir yaradır”la beni bir yerlere götürdüler… Kadıköy’e yaklaşırken de kendi bestelerini çalıp, tanıttılar…
Hemen orada tanıştık, grubun ismi “Dalgana bak”… Grup aslında 6 kişiden oluşuyormuş ve bir CD çalışması yapmaktalarmış… Kartımı verdim, birlikte bir şeyler yapmak için sözleştik…
Ülkemizde içine tükürülen sanatta, kendilerini “Akil” ilan ettiren (!) tarihi yalakalardan soyutlamış nice yetenekten yalnızca üçüydü…
Kadıköy İskelesi…
Dedim ya, hata edip, cebimdeki Akbank kartına güvenmekle hataların en büyüğünü yapmışım… İskelede de aynı rezillik !…
Akbil ile Moda’ya gideceğim vasıta yok !…
Yürüdüm…
Bir zamanlar ıslıkla melodiler çalarak zevk alarak arşınladığım Moda yolunu yıllar sonra yürüdüm…
Bir taraftan da sık sık saatime bakıyorum, Moda Deniz Kulübünde çok değerli antrenör arkadaşım Bülent Meriç ile buluşacağım, “geç kalmak” kitabımda yer almıyor…
AKBANK Moda Şubesinin önünden geçerken müşterilere meram anlatmaya çalışan kapıdaki çalışanlarından birine, Genel Müdürlüklerine iletmesi için küfür edebiyatının en okkalısını savurdum…
Bana hiç mi hiç yakışmadı ama bu deşarjı uygulamaya (!) koymasam, ya kalp krizi, ya beyin kanaması geçireceğim… Acil servisin kapısına kadar taşınma şansım bile olsa, “Para” diyecekler, rezil AKBANK yüzünden kapıda son nefesimi vereceğim…
Yılların Moda Deniz Kulübü…
Bülent, sağ olsun öğle yemeğinde beni ağırladı, bize eski voleybolculardan Nevin Bonomo eşlik etti…
Bu kez nostaljinin adresi voleybol dünyası ve anılardı…
Oradan tatil günü olmasına karşın Manço Müzesi’ne uğradım… Orada ne anılarım var, bir bilseniz ?…
İkindi,.. “5 çayı”nı voleybolumuzun 2 emektar antrenörüyle birlikte aldık… Bir dokundum bin “ah” işittim… Meğer bilmediğim neler varmış, neler, dudaklarım uçukladı…
Ve bu satırları yazmaya koyuldum evde… Rezil AKBANK’tan hala ses seda yok !…
Yarın (28 mart Salı) Sabiha Gökçen’den Antalya’ya döneceğim… Evimi, Gülbin’i ve canım kuyruklu ailemi çok özledim…
Biriken işlerim, yazılarım var !… Değerli, duyarlı siz okurlarımı ihmal ettiğimi zannetmeyin, gözümde tütüyorsunuz, bekleyin çarpıcı konular paylaşacağım… Sürprizlerim olacak !…
Kaldığım yerden devam !…