Sizin çocukluğunuzda var mıydı bilmiyorum, bizim çocukluğumuzda vardı.
Uçan Balon…
Anne babamız bize balon alırdı, üfler şişirir ağzını bağlar, sonra havaya atar, uçacak sanırdık, ama uçmazdı. Ama bazı baloncuların balonları bıraktığında uçardı.
Yıllar sonra öğrendik içine havadan hafif gaz basıldığını. Helyum gazı ya da benzerleri… Basıyorsunuz gazı balon havalanıyor, uçuyor uçuyor gözden kayboluyor. Tabii içindeki gaz bitene kadar ya da basınca mağlup olana kadar.
Gaz bitince nereye düşeceğini kestiremezsiniz. Belki denize, belki dereye, belki şehrin çöplüğüne, belki de fosseptiğe…
Çoğunun bulunduğu, görüldüğü rivayet edilmez, hiç gören olmaz, kaybolup giderler. İnsanoğlunun bazıları da uçan balon misali değil midir ? Gerçekte beceriksiz, vasıfsız ve yeteneksiz olurlar. Kendilerini bile idare etmekten aciz olurlar. Ama onları öyle pohpohlar öyle gaz verirsiniz ki, birden kendilerini hava da bulurlar. Ne kadar yükseldiklerini kendileri bile kestiremez. Tüm insanları kendilerinden aşağıda görürler. Ancak onların da sonu vardır. Verdiğiniz gazın ve pohpohlamanın bir süresi ve dayanma gücü bulunmaktadır. Bir süre sonra baskılara dayanamazlar. Mutlaka gaz kaçırır, sönerler. Nereye düştüklerini bilemezsin, göremezsin. Belki bir denize, belki bir nehre, belki bir ovaya, belki bir çöplüğe, belki de bir lağıma.
Bu hikayemi eskiden koridorlarında cirit attıkları Spor Bakanlığı binasına şimdi gazları kaçıp giremeyip dışarıdan sadece binayı seyredenlere atfediyorum değerli okurlarımız.
Umarım binanın ihtişamına bakarken inşallah kanalizasyon deliğine düşmezler.
Kimsenin o duruma düşmesini istemeyiz tabii ki ?